326.
Üşenmekten kafayı yemiş bir meczup gibiydim karşılaştığımızda. Varoluşumu ağacın, kedinin, çiçeğin varoluşu gibi sıradan ve bitimli bir varoluş kabul ederek basit ihtiyaçların ritmiyle hareket eden, hiçbir şeye şaşırmayan, olmakla olmamak arasındaki farkın kimse için fark yaratmayacak kadar küçük bir nokta olduğunu zanneden bir yarı deli… Sonra sen geldin. Çok güzeldin bir kere. Sırf bu yüzden bile bir sürü hayal kurulabilirdi. O yüzden de bir sürü hayal kurdum hiç üşenmeden. Birlikte bindiğimiz tramvayların birdenbire tenhalaşacağını, birlikte Jehan Barbur dinleyip dans eder gibi yapabileceğimizi, birlikte insanların evlerine tıkıldığı saatlerde uzun şehir yürüyüşlerine çıkacağımızı falan hayal ettim uzandığım füme renkli kanepede. Ve sen tüm bunlar olup biterken çok güzeldin. Hep… Öpüşmeli sevişmeli şeyler de gelip gelip gidiyordu aklıma tabii, allah affetsin. Çünkü cidden çok güzeldin.
Annem Darth Vader maskemi kırmış ikinci kez, eve gelince gördüm. Sinirlendim haliyle. Kazara kırdığını söylüyor ama saçma. Bence maskeyi takıp ışın kılıcımı kuşanıp mahallenin kedilerini kovalamam sinirlerini bozduğu için bilerek kırdı ve kaza süsü verdi. İşte bunlar hep sen bu kadar güzelsin ve yoksun diye oluyor. Sen yanımda olsaydın kedileri rahat bırakırdım. Valla bak!
Biliyor musun güzel olmadığını söylediğin anlarda güzelsin en çok. Bir Sinem Sal dizesi gibi, dikkatli bakıldığında daha iyi anlaşılan… Bazı insanlar ne yaparlarsa yapsınlar çirkinleşemezler çünkü. Şey gibi.. Kelebek…
Mahalle bakkalımız bile ayar verdi nihayet az önce. Bira almaya gittiğimde “hocam şu ara çok içiyon dikkat et!” falan gibi bir şeyler söyledi. Sana ne amk diyemedim. Ama o çok güzel de diyemedim. Gülümsedim ve Veysel’in üzerine attım suçu. Suçlu veballi içiyorum şu an ılık kırmızı tuborg’umu.
Sen şimdi güzel güzel uyuyorsundur. Ben de birazdan yatarım çirkin çirkin. Birkaç satır Sinem Sal okur, birkaç Jehan şarkısı dinler, ses çıkarmadan biramı bitirir gelirim rüyalarına. Sahi, melekler rüya görüyorlar değil mi?