Tesirsiz Parçalar 215-216..

215.
İnsan en çok, basit şeyleri tarif ederken zorlanır. Basit derken, bazen bir şeyin anlamının ve nedeninin o kadar açık olduğunu düşünürsün ki, anlaşılamayıp sorularla karşılaştığında nasıl cevap vereceğini bilemezsin. Ekşi gibi mesela. Nasıl bir şey olduğunu herkes bilir ama iş tarif etmeye gelince mesele çıkar. Zordur tarif etmek.

Beni neden seviyorsun? Neden beni seviyorsun? Benim neyimi seviyorsun? Bu sorulara cevap vermeye çalışmak da, en az ekşiyi tarif etmek kadar zordur. Seni seviyorum, çünkü… Kolay değildir gerisini getirmek. Sevgiyi o kadar derininde hissediyorsundur ki, buna gerekçe aranması tuhaf gelir. Anlasın istersin, inansın. Onu neden seversin? Sevdiğin için seversin. Başka herkeste sıradan ve alışılmış olan şeyler bile vesiledir çünkü. Uykum geldi der, seversin. Saçlarımı kestirmek istiyorum der, seversin. Tavla oynayalım mı der, seversin. Arar, ulaşamazsın bazen, yine severesin..

216.
İlkokul yıllarıma dair hatırladığım en kuvvetli duygu, derin ve şiddetli bir nefrettir. Okuldan, öğretmenlerden, sınıf arkadaşlarımdan, binadan, sıradan, kapıdan, siyah önlükten… Kelimenin tam manasıyla nefret ediyordum. Kafayı sıyırmak üzereyken, Jules Verne tuttu elimden..

Ortaokulla beraber öfkemin yerini bir tür öğrenilmiş çaresizlik aldı. Kendim dahil herkese ve her şeye gittikçe daha çok kızıyordum. Hiçbir şeyi değiştirecek gücüm olmadığını da çok iyi bildiğimden daha da içime kapanıyordum. Eğer o zamanlar yolum Dostoyevski’yle kesişmeseydi, belki de kendi karanlığımda kaybolup giderdim daha o yaşta. Onun, efsanevi huzursuzluklarla satır aralarında acı çeken kahramanları, kendimi mutsuzluk ilahı ilan etmeme engel oldu..

Lisede, derin bir nihilist egoyla yaklaşıyordum her şeye. Kendimi, büyük işlere yeltenip hepsinde başarısız olmuş ve artık mücadeleden vazgeçmiş züppe bir ergen artığı gibi görüyordum. Derken Oğuz Atay girdi hayatıma. Selim Işık’ı ruhani liderim ilan edip, kaybetmenin de soylu olabileceğini keşfettim Tutunamayanlar’ın karanlık dehlizlerinde..

Üniversite’de sayıları arttı güzel abilerimin. Perec, zarifçe meydan okumayı; Calvino, büyüdükçe çocuk kalabilmenin güzelliğini; Tanpınar, anlaşılamamanın o kadar da kötü bir şey olmadığını öğretti bana..

Hayatta ve insanlarda arayıp bulamadığım her şeyi kitaplarda buldum. Başka bir güzel abimin söylediği gibi.. “İyi kitaplar dışında kimse elimden tutmadı..”

Yorum Gönderin

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir